23 Ağustos 2013 Cuma

Tutunamayanlar- "Turgut Özben Şizofrendir"




Turgut Özben romanın bel kemiğini oluşturan bir karakter olarak karşımıza çıkmaktadır, dolayısıyla o ve Selim Işık arasında geçenler, romanın birinci derecede konu kapsamını oluşturan öğelerdendir. Romanın genel havası melankolik bir tavırda sürüp gitmektedir. Olayların bu şekilde cereyan etmesinin sebebi ise roman karakterlerinden Selim Işığın dramatik hayatı ve kendi canına kıyması bir ikinci neden ise Turgut Özben’in yalnızlığı ve toplumsal sorunlar neticesinde bozulan piskolojisi.

Turgut bünyesinde bulundurduğu bir çok sıkıntının nedenini uzun bir süre sorgulayan bir yapıdadır. Bu; roman boyunca oluşan iç-monologlarla kendini hissettirmektedir. Turgut Özben’in piskolojisinin bozulacağı ve çeşitli halüsinasyonlar göreceği ve ardından uzun bir süre boyunca Olric denen bir şahıs ile konuşacağı  romanın ilk sayfalarından itibaren okuyucu ile paylaşılıyor: “Turgut, bütün bunları o sırada mı düşündü, yoksa sonradan, o anı hatırladığı zaman, öyle düşündüğünü mü sandı? Bilemedi: çünkü o zaman henüz Olric yoktu. Henüz durum bugünkü gibi açık ve seçik, bir bakıma da belirsiz değildi. Bir cümle kaldı yalnız aklında: “Güzel bir gün ve ben yaşıyorum.”[1] Olayların kötüye gideceği okuyucuya sezdirilmiştir. “Olric” Turgut Özben’in yarattığı bir karakterdir. Turgut kitabın ilerleyen sayfalarında uzun uzun “Olric” ile sohbet etmekte, hatta onunla tartışmaya dahi varan ifadeler kullanmaktadır. Turgut ölen arkadaşı ile ilgili  çeşitli hanisünasyonlar da görmektedir. Gerçek dışı olan bu konuşmalar hayal ürünüdür ve o anda Turgut’un kendisince geliştirdiği bazı hikayelere dayanmaktadır: “Turgut: “Sen, yalın düşüncelere alışıksın sadece. Hayatın asıl tadı, gerçek tuzu olan ikinci dereceden bilinmeyen güzelliklerin farkında değilsin. Biliyorsun hayat...” Selim: “Size ikinci ihtarı veriyorum.” Turgut: “Başkan benim. İhtarı ancak ben verebilirim.” Selim: “O halde kendine iki ihtar ver de aklın başına gelsin.” Turgut: “Olmaz öyle şey. Burası İngiltere mi? Bizde Anglosakson terbiyesimi var? Avam kamarasında mıyız ki en şiddetli tartışmalardan sonra bile iktidar ve muhalefet olarak meclisten kolkola çıkalım?”[2] burada da görüldüğü gibi Turgut ölen arkadaşı ile ilgili çeşitli hikayeler uydurup kendi kafasında ürettiği bir kurmaca hayal ile konuşuyor. Selim Işık gerçek bir karakter olmasına rağmen aralarında geçen bu örenekte de görüldüğü gibi tamamen hayal’dir. Bir diğer diyalog Süleyman Kargının evinde yine Selimin hayali ile yapılmaktadır: “Turgut eve girince bir koltuğa yavaşça yığıldı. İnsan, iki gün falan böyle hissetse kendini, Dostoyevski’yi kıskandıracak eserler yazar. Değil mi Selim? Turgut, münasebetsizlik etme. Ederim Selim. Ben artık dünya çapında büyük bir adam oldum. Bir bilseler... Allahtan bilmiyorlar. Bir de bilselerdi... Konuşturdun beni... yoruldum işte. Dehamı kaybettim. Hepinizi mahkemeye vereceğim. Süründüreceğim sizi, kendim de sürüneceğim. Daha beter olacağım.”[3] Turgıt’un bu açıklamalarından da anlaşılacağı gibi dehasını, yani aklını kaybetmektedir. Sorunlar onu kendi kafasında kurdu dünya ile avutmaktadır. Gerçekliğe artık fazla değer vermemektedir. Tamamen sanal bir zihinsel süreç içinde kendisinden ve gerçeklerden yavaş yavaş kopmaktadır.




[1] Oğuz, Atay A.G.E s.36
[2] Oğuz, Atay A.G.E s.71
[3] Oğuz, Atay A.G.E s.107

Turgut sebebini tam olarak kavrayamadığı bazı mutsuzluklar duymaktadır. Asıl görünen kısın Selim’in ölümüdür fakat Turgut aslında kendi sorunları ile başa çıkamamıştır Selim Işık ise onu temsil eden bir dosttur ve o da ölmüştür. Turgut gittikçe karamsarlaşır. Kendini suçlar ve içinde bulunduğu piskolojik çöküntüden kurtulamaz. Bu sözler Turgut’un kötüleşen durumunu iyi ifade etmektedir: “Selim’in ölümü gene odayı kapladı. Güneş tutulması gibi bir şey. Kelimelerin dağıtamadığı bir ağırlık. Ona anlatmalıyım, diye düşündü Turgut. Sonra bu zamanı konuşmadan geçirdiğim için pişman olacağım. Buradan ayrılınca, her şey eski karanlığına gömülecek. Bu anlayışı arayacağım boş yere. “Büyük bir karanlık hissediyorum,” dedi. “Tanıdığım Selim’i göremiyorum bu karanlık içinde. Benimle konuşmuyor. Sorularıma cevap vermiyor. Beni suçluyor. Kendimi suçluyorum.” Sustu.”[1]

Turgut romanın bir yerinde birinin ondan sigarası için çakmak istemesine kızıyor, kendini suçluyor, Selim’in hayali ile tartışıyor ve sonuç olarak da kendisini acımasızca eleştiriyordur: “Süleyman Kargı’nın evinden çıkarken Turgut’un başı ağrıyordu. Hava kararmıştı. Ilık bir akşamdı. Kaldırımın ortasında durdu; bir sigara yaktı. İnsanlar, Selim Işık’ın başına gelenlerden habersiz, aceleyle birtakım yerlere gidiyorlardı: birtakım insanlar, birtakım yerlere. Bir adam yaklaştı: “Ateşinizi müsaade eder misiniz?” Etmem. Siz, Selim’den bahsetmeme müsaade eder misiniz? Etmezsiniz. Gördünüz mü? Adam, kamburunu çıkararak eğildi, sigarasını yaktı; sağol anlamına elini başına götürdü, uzaklaştı. Hemen kaçtınız, değil mi? Kaçın bakalım. Sigara yakma hukuku. İnsan kaldırımın ortasında kararsız durursa, ya ateş isterler ya da adres sorarlar. Başka bir şey sormazlar. Sigarayı attı. Yardımı kesiyorum. Adımlarını hızlandırdı. Beni de bir yere sıkıştırıverseydi şarkıların içinde. Saçmalama! Turgut’u çok severdim. Benim olsaydı derdim! Senin kaderin, ortaokul manzumelerinde kalmak. Küçüktüm ufacıktım, gerçeklere acıktım. Efendim? Gerçekler mideme oturdu. Şarkıları bizim evde yazsaydın. Anlamadım! Bir sigara daha yaktı. Nereye gitsem? Süleyman’da kalmadığıma iyi ettim.”[2] Kendisi ile barışık, özgüveni yerinde ve dahası olumlu ve doğru düşünen bir insan profilinden gittikçe uzaklaşmaktadır Turgut. Yaşananların da etkisi ile hiç bir şey onu memnun etmiyor sürekli bir suçlu bulma endişesi içine giriyordur. Gerçek ile alakasız bir takım önyargılar da edinmiştir.




[1] Oğuz, Atay A.G.E s.110

[2] Oğuz, Atay A.G.E s.245

Turgut Metinle yani Selim’in arkadaşı ile randevulaşmıştır, onunla görüşmeyi beklemektedir. Turgut Metin’i beklerken onunla ilgili birçok önyargıya kapılmış ve onu zihninde canlandırdığı bazı yakıştırmalara tabi tutmuştur. Metin ise henüz gelmemiştir. Turgut Metin’in hayali ile konuşuyor, kafasında kurduğu önyargılar ile Metinin halüsinasyonu ile konuşuyor dahası onu eleştiriyordur: “Acaba Metin de tutunamayanlara giriyor mu? Bir bakıma girer. Hepsi de sevimli olmaz ya. Belki çoğu değildir. “Acı şeyler anlatıp sizi üzdüm galiba Turgut Bey. Konuşmuyorsunuz.” Parmağındaki altın şövalye yüzükle oynadı, iri kemikli ve küt eklemli ellerini ovuşturdu sinirli sinirli. Sıcak olduğu halde koyu lacivert elbisesini giymiş. Siyah elbisesi olsaydı onu giyerdi. Üzülme ölmezsin. Seksen yaşını bulursun bu ıstırapla sen Metin Bey. Karını bile gömersin de, üzüntüden bir daha evlenmiş bulursun kendini. Kendinden daha basit kadınlar bulursun evlenmek için, foyan meydana çıkmasın diye. Güner ve Kenan’la evlenecek değilsin ya. Şimdi Güner olsaydı, tutardı senin bacağından, kocaman ayaklarına dar gelen ve yer yer taşan ayak parmaklarının baskısıyla biçimi bozulmuş siyah ayakkabılarını, kantin masalarından birine dayardı ve pantalonunu sıvayıp vişne çürüğü jartiyerlerini gösterirdi bizim çeteye. Neden baston yutmuş gibi oturuyorsun? Buldum: bütün acına rağmen, korseni giydin. Çünkü romantikler göbekli olamazlar: yasaktır. Ben sana gösteririm. Limonata-pastakomparsita düğünü yaparak evlendin; bir önceki unutulmaz aşkının elemini bir sonraki kızın kollarında unuttun ve Allah kahretsin, belki de bu kelimelerle anlattın durumunu kıza evlenme teklif ederken. Kızla dansederken nasırların da ayağını vuruyordu. Belki üzüntün ondandı. İlk gece de pek parlak geçmemiştir. Ne yapayım Selim? Henüz öfkemi kaybedemedim. Neden bu adamın karşısına oturttun beni?”[1] Turgut zihnini tüm bu düşünceler ile bulandırmaktaydı. O insanları görmeden de onlar hakkında yorum yapabilme özelliğine sahipti. Kimi zaman iş daha da ciddileşerek Turgut etrafında bir çok insanın silüeti ile konuşup anlamsız tavırlar sergiliyordur.

Turgut artık sarhoşluğun da etkisi ile benliğindeki öfkeyi zihninden taşırarak fiziki kuvvet ile sonuçlandırmaktadır. Bilinçaltında yatan öfke ile harekete geçen Turgut, hiç olmaması gereken bir yerde bulunmaktadır; genelevde. Bu karısını üniversite yıllarından sonra ilk aldatışıdır. Bunu yaparken de sarhoşluğun etkisindedir ve Metin’in karakterden yoksun olan bir kişi olmasının da olayların bu yönde gelişmesinde büyük etkisi olacaktır. Belki de Turgut’un bilinçaltı onu burada olmasından dolayı ayıplamaktadır, onun buraya ait olmadığını haykırmaktadır fakat; o her şeye rağmen tıpkı Selim’in üniversite yıllarında yaptığı gibi kendini bu mekanlarda bulmuştur. Turgut’un karakteri ile ters düşen bu durum onu büyük bir zan altında bırakacaktır. Karısına, kendisine ve çocuklarına böyle bir ayıbı nasıl izah edecektir, bunları düşünmektedir. Bu çelişkili tavırları onun kendi benliği ile çatışmalar yaşamasına sebep olacak kitapta sürekli bahsi geçen ve Turgut’un geri kalan hayatı boyunca sürekli onunla beraber olacak  “Olric” de burada peydah olacaktır. Olric’in ilk defa bu genelev kurgusunda ortaya çıkması tesadüf değildir. Atay bunu bilinçli bir biçimde tasarlamıştır. Turgut’un hayatında kırılma noktası olan genelev onda “Olric” denen bir hayalet hediye edecektir. Turgut Özben’in Olric’e ihtiyaç duyduğu en beter yer burasıdır çünkü. Hayatında iç-monologların yoğun bir biçimde yer kapladığı Turgut, çelişkili yaşantısını artık şizofreni le sürdürmeye mahkum olacaktır. Bilindiği üzere uzun süreli halüsinasyonlar görülmesi, tekrarlanan hezeyanlar, kişinin konuşmalarında değişiklikler oluşması ve kişinin yalnız kalmak istemesi, toplumdan kopması şizofreni tanıları arasında yer almaktadır.



[1] Oğuz, Atay A.G.E s.247

Turgut şiddete genelev sahnesinde başvurmuştur Düşüncelerinde sürekli birileri ile münakaşa halinde olan Turgut Özben artık bu tepkileri fiziki olarak uygulama yoluna gidecektir. Hem de ona öyle geldiği için bunu gerçekleştirmiştir, yani şüphe duymuştur, buna herhangi bir kanıt da yoktur: “Bir adam, ona gülüyormuş gibi geldi; hemen adama saldırdı. Bir yumruk salladı: eline kan bulaştı. Zabıta, duruma müdahale etti. Bu adamdan davacı mısınız? Turgut, ellerini sarkıtmış, sallanıyordu. Adam, Turgut’a baktı: Turgut, elleriyle yüzünü kapadı. Efendiden bir adama benziyor. Yakışır mı ona? Hayır davacı değilim: kendinden utansın. Turgut tekrar kapandı. Polis kalabalığı dağıttı.”[1] Turgut, bilinçsiz bir biçimde alkol almıştır. Şizofreni ile alkole olan düşkünlük arasında da doğrudan bir ilişki vardır: “Şizofren bireylerin kötüye kullandıkları maddelerin türüne dair spesifik paternler var mıdır? Bu soruya olası yanıtlardan biri, self-medikasyon hipotezine göre bu bireylerin mevcut hastalık belirtileriyle ya da tedavide kullanılan ilaçların yan etkileri ile ters etkileşim kuracak spesifik maddeleri seçtikleridir (85). Alternatif bir hipotez de bu hastaların toplumun madde kullanım paterniyle uyumlu bir biçimde, maddenin ulaşılabilirliğine göre seçim yaptıklarıdır (86). Üçüncü bir olasılık ise şizofren hastaların, spesifik maddelere bağımlı hale gelmesinden sorumlu nörobiyolojik yatkınlık doğrultusunda tercihte bulunduklarıdır (87).” Görüldüğü üzere alkol ve madde kullanımı şizofren kişilerin başvurdukları bir rahatlama yoludur. Bu sayede belki de kendilerini şizofreniye neden olan yıkımlardan bir süreliğine uzaklaşmış saymaktadırlar. Şizofren bireylerin madde bağımlılığı önüne geçilemez bir hal alıyorsa bu o bireyde ve o bireyin mensup olduğu toplumda büyük yaralar açacaktır. Tüm bunların yanında şizofreniye neden olan etkenler günümüzde hala araştırılmaktadır ve kesin sonuçlar ne yazık ki elde edilememiştir. Edindiğim bilgiler ve yaptığım araştırmalar sonucunda kanaatimce zihnini iyi bir biçimde kullanamayan ve verdiği kararlarda tutarsızlık bulunan kişiler, kendi iç benlikleri ile çatışmaktadırlar. Birey hayatın gerçek yüzüne uyum sağlayamayınca beyin kendi dünyasını oluşturma çabasına girmektedir. Şizofren bireyler hayaller ile avunurlar. Asıl üzerinde düşünülmesi gereken nokta neden birey hayal kurma ihtiyacı duyar, şizofrenler kimi zaman peşinde ajanlar olduğunu onu takip edenlerin olduğunu düşünür, kimi zaman da kendilerine dostlar ve arkadaşlar yaratırlar. Bir şizofren kendi dünyasında bunlar ile cebelleşirken yani hayalini yaşarken, diğer insanlar gerçek bir dünyada ve realitelerin olduğu düşünceler ile yaşamaktadırlar. Rüya görmek doğal iken halüsinasyonlar görmek anormal bir vaka kaydetmektedir. Birey en çok ihtiyacı olduğu şeyi düşler, bunun yanın da en çok bilinçaltında biriktirdiği ve yaşamını olumsuz etkileyen korkuları ile meşgul olur. Bireyin bu korkularını veya bu arzularını daha başlamadan tespit edebilmek kişinin toplumsal olaylara bakış açısını büyük bir biçimde etkileyecek ve onu doğal istekler ve olası korkuları ile yaşamaya itecektir. Uzmanlar da şizofreni belirtileri ilk evredeyken müdahalenin önemine dikkat çekilmektedir.




[1] Oğuz, Atay A.G.E s.264

Deniz ÇEÇEN (Kaynak gösterilmesi halinde alıntı yapılabilir.)